Çok zor, çok...

Salı, Ekim 25, 2011 Unknown 0 Comments

Günlerdir üzerimizdeki uğursuzluklarla uğraşıp duruyoruz. Önce kahrolasıca teröre kurban giden gencecik askerlerimiz, ardından istanbul'da olan trafik kazası ve son olarak van'daki acı ama çok acı deprem...

Ben böyle zamanlarda pek bir şey söyleyemem, yazamam. İçimdeki duygularımı dışa vuramam. Ama bu demek değil ki kalbimde ve aklımda fırtınalar kopmuyor. Günlük işlere dalıp gitsem de bazen kalakalıyorum öylece. Düşünüyorum, üzülüyorum, sövüyorum, lanet ediyorum...

Televizyona, gazeteye bakamıyorum 3 gündür. Yüreğim kaldırmıyor, gözlerim doluveriyor hemen. Yatağıma yatınca vicdan azabı çekiyorum, yorganı kafama çekip düşünmemeye çalışıyorum ama olmuyor.

Bunları niye yazdım onu da pek bilmiyorum aslında şu anda. Bazen konuşarak değil de yazarak içini dökmek daha iyi olduğu için mi??? Hem zaten yeterince dökebildim mi ki içimi??

0 yorum var:

Sen de bir şeyler söyle ama, yalnız bırakma beni :)

Hayır, depresyonda değilim!

Pazartesi, Ekim 17, 2011 Unknown 7 Comments

Dibim gelmişti ve benim artık her ay kuaföre gitmekten sıtkım sıyrılmıştı. Evde olan tarçın bakır, papatya sarısı ve sanırım acık kumral gibi bi rengi karıştırarak (sırayla kabaca 2/4, 1/4, 1/4 oranlarında) aha da şu anki rengh elde etmişim. Eski halinden 2 ton kadar koyu hafif de kızıllaştı. Ama sonucu sevdim ben.
Bu yetmedi, geçen gün eski fotolarıma bakarken kahküllerimi özledigimi farkettim. Ve hadi kestireyim yine dedim. Sonuctan yine memnunum :)
Ayhhh pazartesi pazartesi bu ne memnuniyet arkadaş! :)
Öpt. Kib. Bye.
P.s. Telden yaptım postu, bakalim sonuç ne olacak.

7 yorum var:

Sen de bir şeyler söyle ama, yalnız bırakma beni :)

Buralardan bi "Ayci" geçti

Cuma, Ekim 07, 2011 Unknown 10 Comments

Teeee blogumun ilk zamanlarında tanıştık Ayci'mle. Yani yine bloglarımız üzerinden aslında. Önce yazdığı yazılara hasta oldum, sonra çektiği fotoğraflara, tanıdıkça da kendine...

Kah blog yazılarımıza yorum yazdık, kah feys'ten birbirimize laf attık, kah twitkuşundan menşınlaştık. Ama dönüp dolaşıp hep aynı ortak noktaya geldik: Buluşmalıyız!

Gel gör ki aynı anda İstanbul'da olmamız ama çok yoğun planlar nedeniyle görüşemememiz, onun 2 kez İzmir'e gelişi ama benim ortalarda olmayışım derken hiç görüşemeyeceğimizden korkmaya başlamıştım. Zira evren bizim bir araya gelmememiz için oyun oynuyordu! :p

Taaa ki bundan aylar aylar önce eylül'ün 15'inde izmir'e geleceğini söyleyene kadar. Ve hayrettir ki ben o tarihte izmir'deydim ve iş çıkışı gidip, onu o muhteşem ötesi(!) otelinden alabildim. Yemek yedik, sohbet ettik, güldük, şaşırdık, kahve içtik, kordonun tadını çıkardık kısaca :) Ha bu arada sünter teyzecimle de tanıştım, ama ayci ona hiç benzemiyordu :) Ayrıca ayci'nin boyu uzuncaymış biraz şaşırdım :)

Ama bununla kalamazdı. Pazar günü dönecekti çünkü. Pazar günü öğlen saatlerinde yeniden buluşup alsancak ara o-sokaklarına daldık. O fotoğraf çekti, ben poz verdim, maske müzesine girelim mi dedim, hadi girelim dedi, şurda oturup bi soda içelim mi dedi, içelim dedim, ben de senin fotonu çekeyim mi dedim, ık mık dedi önce ama sonra çek dedi :) 


Bu noktada söylemek isterim ki sanki ayci'yle yıllardır tanışıyoruz. Yani tamam tanıyorduk birbirimizi ama ilk kez yüzyüze gelen iki insan gibi değildik. Yani o ilk andaki yabancılama olayı hiç mi hiç olmadı. Demek ki neymiş, sosyal medya iyi bi şeymiş. Bizim ne kadar da tatlı insanlarla tanışmamıza vesile oluyomuz, bla bla bla :)

Ayci'm, iyi ki geldin. Ama yine gel, yine gel... <3 

p.s. ayrıca hala fotolarımı bekliyorum, unuttum sanma :D


10 yorum var:

Sen de bir şeyler söyle ama, yalnız bırakma beni :)